“Otuz üç sene millet ve devletim için, memleketimin selâmeti için çalıştım. Elimden geldiği kadar
hizmet ettim. Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek de Resûlullah’tır.”
Sultan Abdülhamid
Sultan Abdülhamid
II. Abdülhamid 21 Eylül 1842 tarihinde doğdu. Babası
Sultan Abdülmecid (1839-1861) ve annesi ise Tir-i Müjgan
Kadın Efendi’dir. Sultan Abdülmecid 1839 yılında Tanzimat
Fermanı’nı, 1856 yılında da Islahat Fermanı’nı ilân etmiştir. II.
Abdülhamid, 11 yaşında iken annesi Tir-i Müjgan Kadın
Efendi’yi ve 19 yaşında iken de babası Sultan Abdülmecid’i
kaybetti. 12 eşinden 8’i erkek, 9’u kız olmak üzere 17 çocuğu
olmuştur. Tahtta çıkmadan önce geçirdiği dönemlere
baktığımızda; şehzadeliği ve veliahtlığı zamanında
Dolmabahçe Sarayı’nın veliahtlara ayrılan dairesinde otururdu.
Saray da aldığı eğitimler arasında Türkçe, Farsça, Arapça, Osmanlı Tarihi, Fransızca, musiki
ve diğer ilimler de yer almaktadır. Veliahtlığı zamanında pek çok kimselerle temas kurmak
istemiş, devletin önemli mevkilerinde bulunan idarecilerle ve dönemin aydınlarıyla, yerli ve
yabancı önde gelen kişilerle sık sık görüşürdü. Meydana gelen gelişmelere yabancı
kalmamak adına hemen her meseleyi ince ayrıntısıyla öğrenmeye çalışırdı. Sultan
Abdülmecid’in vefatı üzerine tahta amcası Sultan Abdülaziz (1861-1876) geçmiştir.
Şehzadeliği döneminde ülke dışına iki kez çıkmıştır ki; ilk çıkışı da amcası Sultan
Abdülaziz’in 1863 yılında Mısır’a yaptığı seyahate kardeşleri Murad ve Reşat ile beraber
kendisinin de katılmasıyla mümkün olmuştur. İkincisi de Avrupa seyahatleridir. Amcası
Sultan Abdülaziz ile beraber 1867 yılında da Avrupa seyahatine çıkmıştır. İlk olarak
Fransa’da Paris’i daha sonra İngiltere, Belçika, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ı gezdi.
Sultan Abdülhamid bu gezilerde batılıların hayat tarzını, gelenek ve göreneklerini,
tekniklerini, buluşlarını daha yakından görme fırsatı bulmuştur. Sultan Abdülhamid’in 31
Mart Vak’ası (13 Nisan 1909) sonrasında ailesiyle beraber Selanik de mecburî ikamete tâbi
tutulduğu yıllarda 30 Nisan 1909’da Sultan Abdülhamid’in ve beraberindekilerin hususî
tabipliği ile görevlendirilen Atıf Hüseyin Bey Hatıratında, Sultan II. Abdülhamid’in
İngilizler hakkındaki düşüncelerine yer vermiştir:
“Abdülhamid’in devletler içerisinde en çok çekindiği ve endişe ettiği ülke İngiltere olmuştur. Fakat aynı
zamanda hayranlığını da dile getirmekten geri durmamıştır. İngiltere’ye karşı hem nefreti hem de gıptayı aynı
anda ve bir arada yaşar. Tahttan indirilmesinde İngilizlerin parmağı olduğuna inanır.”
Sultan II. Abdülhamid’in İngilizler hakkındaki düşüncesini de Sultanın ifadesiyle şu
şekilde dile getirmiştir:
“Dünyada İngilizler gibi bir kavim yoktur. Pek acibdirler. Bir kere bir şeye kancayı attılar mutlaka icra
ederler... Sabrederler. Tam bir fırsatında mutlaka onu yapmaya muvaffak olurlar. İngilizleri gücendirmeye
gelmez. İngilizler bir şeye kancayı atmayagörsünler… Mutlaka onun üstesinden gelirler. Bana da Bağdat hattını
Almanlara verdiğim için şahsi düşmanlıkları vardır.” Sultan II. Abdülhamid’in şehzadelik döneminde İngiltere’ye yaptığı ziyaret
zamanında orada yemiş olduğu et hakkındaki düşüncelerini de Sultanın ifadesiyle şu şekilde
dile getirmiştir.
“İngiltere dünyanın hiçbir tarafına benzemez. Fakat havası daima sisli. Onun için güzel çayır yetişir.
Hatta oradaki etlerin lezzeti hiçbir yerde yoktur. Bir but getirdiler. Vakıa pişirmesinden de dahli ve tesiri.
Aşçıların lezzeti varsa da yine etin lezzeti başka. Bıçağı vurunca et kendi kendine dağılır. Ağza alınca et helva
gibi dağılır. O kadar da lezizdir.”
Şehzadeliği zamanında ülke dışına çıkmasına rağmen Osmanlı tahtında kaldığı 1876-
1909 yılları arasında geçen otuz üç yıllık zamanda İstanbul dışına dahi çıkmamıştır. Bu
durum kendisinin evhamına ve suikast korkusunun olmasına dayandırılmaktadır.
Kaynaklarda da Sultan II. Abdülhamid’in şüpheli ve evhamlı olduğu yazmaktadır.
Kendisine düzenlenen suikastlar ve defalarca düşürülme tehlikesi yaşaması da Sultan
Abdülhamid’in bu durumunu anlaşılır kılmaktadır. 1876 yılında Osmanlı Devleti içerisinde
özellikle İstanbul’da asayişin bozulduğu ve Sultan Abdülaziz’e karşı Medrese talebeleri
tarafından ayaklanmaların yaşandığı dönemde Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmek için
Midhat Paşa ve Mütercim Rüştü Paşa gibi önde gelen isimler plan ve hazırlıklar da
yapmaktaydı. Bu gerçekleştirilen saray darbesi ile Sultan Abdülaziz Dolmabahçe Sarayı’nda
Meşrutiyet taraftarları tarafından tahttan indirilerek yerine 30 Mayıs 1876 tarihinde V.
Murad padişah yapıldı. Son dönemlerde yaşananlardan olumsuz etkilenen V. Murad
rahatsızlanmıştı ki Sultan Murad’ın Padişahlığı döneminde rahatsızlığı daha da arttı.
Merdivenlerden çıkarken inmek, inerken çıkmak, ata ters binmek gibi garip davranışlarda
bulunmaktaydı. Sultan Murad’ın bu hasta haliyle amaçlarına ulaşamayacaklarını anlayan
Meşrutiyet taraftarları arasından Midhat Paşa ve Mütercim Rüştü Paşa, Şehzade
Abdülhamid’i ziyarette bulunarak tahtta geçmesi halinde Meşrutiyet’in ilanı hakkındaki
düşüncelerini aldılar. Şehzade Abdülhamid meşrutiyete karşı olduğunu söylemiyor ama
meşrutiyet taraftarı olduğunu da açık şekilde ifade etmiyordu. Fazla alternatifleri
bulunmayan paşalar, Şehzade Abdülhamid ile anlaşarak 31 Ağustos 1876 tarihinde tahta
çıkardılar. Sultan II. Abdülhamid’in, tahta geçişinden sonraki ilk icraatı Anayasa’nın ve
meşruti idarenin ilânı olacaktır. Baktığımızda hukuk devletine geçişin ilk basamakları olarak
II. Mahmut döneminde 1808 yılında yapılan Senedi İttifak, Sultan Abdülmecid döneminde
1839 yılında ilân edilen Tanzimat Fermanı ve 1856 yılında ilân edilen Islahat Fermanı
gösterilmektedir. Ancak Türk tarihinin ilk yazılı Anayasası 23 Aralık 1876 tarihinde ilân
edilen Kanun-ı Esasî’ dir. Bu tarihle beraber I. Meşrutiyet Dönemi de başlamış olur ve 2 yıl
sürecektir. 119 maddeden oluşan bu Anayasa önce taslak olarak hazırlanmıştı. Padişahın
yanında birde Ayan ve Mebusan olarak iki meclis açıldı. Yönetim şekli Meşrutiyettir. Son söz
yine padişahındı. Osmanlı Devleti bu gelişmelerle meşgul olduğu dönemde 24 Nisan 1877
tarihinde Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti. Tarihte 93 Harbi olarak geçen bu
savaşın bu isimle anılması Rumi takvime göre 1293 yılına denk gelmesinden
kaynaklanmaktadır. Osmanlı Devleti aleyhine gelişen savaşta gösterilen çabalar, savaşın
durumunu değiştiremedi. İngilizlerin Çanakkale Boğazı’ndan İstanbul önlerine kadar
geldiği bu savaş sonucunda; 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması, İngiltere’ye
Kıbrıs tavizinin verilmesi sonucunda da 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Antlaşması
imzalandı. Tüm bunlar olurken 14 Şubat 1878 tarihinde padişah tarafından meclis süresiz
tatil edilerek kapatılmıştı ve ülke tekrar mutlakiyet ile yönetilmeye başlanmıştır. “Genç
Türkler” arasında mutlakiyete karşı muhalefetin başlamasıyla, Sultan II. Abdülhamid 1908
yılında ikinci kez Meşrutiyet’i ilân etmiştir. Kanun-i Esasî hiçbir değişiklik olmadan tekrar
yürürlüğe girdi. Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra, 1909 yılında
Anayasada önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerle padişah yetkileri
sınırlandırılmış, basına konan sansür kaldırılmıştır.
Ayşe Osmanoğlu “Babam Sultan Abdülhamid” isimli kitabında, Sultan II.
Abdülhamid’den şu şekilde bahsetmektedir:
“Rahmetli babam Abdülhamid orta boylu idi. Saçı ve sakalı koyu kumraldı. Gözleri yeşil ile mavi
arasında elâ idi. Daima babam sade giyinir ve hiçbir hususta alayişten (gösterişten) hoşlanmazdı. Gri’ yi çok
sevdiğinden bu renk adeta ona mahsus gibiydi. Elçileri ve Paşaları hususî olarak kabulünde siyah yahut koyu
lacivert elbise ve palto giyerdi. Marangozhanesinde çalıştığı, resim çizdiği ve boya ile uğraştığı zamanlar
kahverengi kadife pantolon ve kolları sıvalı gömlekle çalışırdı. Babamın marangozluğa merakı babası Abdülmecid
Han zamanında başlamıştır. Düz sarı ağaçtan yapılmış bir bastonu vardı. Günde 3-4 defa abdest alır, namazını
vaktinde kılardı. Parmağında yüzük olarak altın üzerine beyaz bir akik taş takardı. Yeşim taşından teşbihi daima
cebinde olurdu. Bu teşbih ve yüzük şehzadelik zamanında Hacı Emir Paşa kendisine Mekke’den getirip hediye
etmiş, ölünceye kadar bunları yanında taşımıştır. Babam gerek saltanatı zamanında ve gerekse daha sonra
ölünceye kadar kullandığı altın kahve tepsisiyle altın tuzluğa: “Annemin yadigârı” derdi. Çok sade giyinmemizi
isterdi. Huzurunda piyano çaldırır, dinler, yanlışlarımızı düzeltir, tempolara dikkat ederdi. Alafranga musikiyi
alaturkaya tercih ederdi.”
diye bahsetmektedir.
Dönemin Başmabeyncisi Tahsin Paşa “Yıldız Hatıraları” nda Sultan II.
Abdülhamid’in özelliklerine şu şekilde değinmiştir:
“Hafızası kuvvetli, orta boylu, gür ve kalın sesliydi. Hantallıktan hiç hoşlanmazdı. Zarafet tutkunuydu.
Temiz ve itinalı giyinmenin hayatta bir düzen ifade ettiğini söylerdi. Geceleri erken yatar, sabahları erken
kalkardı. Sultan Hamid, acil iş olması durumunda gecenin herhangi vaktinde kendisinin uyandırılmasına izin
vermişti. Piyanoyu ve tiyatroyu çok severdi. Sarayda İtalyan artistlerinden oluşan tiyatro ekibi vardı.
Marangozluğa ve Çini işlerine merakı olduğundan saray içinde bir marangozhane ve Çini fabrikası yaptırmıştı.
At ve güvercini çok severdi.”
Sultan II. Abdülhamid Dönemi en çok merak edilen ve eleştirilerin de çok yapıldığı
dönemdir. Ancak o dönemi anlayabilmek için Sultan II. Abdülhamid’i anlamak
gerekmektedir. En çok yapılan hatalardan birisi de yaşanılan dönemi kendi içinde
değerlendirmemek ve analiz edememektir. Her dönemi kendi şartları içinde değerlendirip, o
şekilde anlamaya çalışmak gerekmektedir.
Selvihan NAYMAN
Yorumlar
Yorum Gönder