Mustafa Adanur Yazdı - Müslümanca Düşünebilmek


Uzun zamandır üstesinden gelemediğimiz, her boş kaldığımızda ağzımıza sakız olan fakat değiştirmek için hiçbir şekilde uğraş vermediğimiz bir sistem içerisinde yaşamaktan mutsuz fakat zorunluymuş gibi davranmaktan da çekinmeden ömrümüzü sürdürüyoruz. Hayatımız boyunca içerisinde yaşadığımız bir düzen ve bu düzeni oluşturan etkenler… biz bu etkenleri biraz olsun anlayabilmek için dünya tarihine bir göz atalım.
Dünya tarihini literatüre girmeden ve fazla deşmeden yüzeysel olarak işleyelim. İlk aşamada tarihi metodolojik olarak nasıl okumamız gerekiyor? Bakış açımız ne şekilde olmalı? gibi soruları kısaca cevaplandıracak olursak;
Her millet, kültür, ve yapmacık din, tarihi ve yaşanmış olayları kendi bakış açısıyla ele almış ve bununla kalmayarak diğer milletlere, kültürlere ve dinlere bunu dikta etmeye çalışmış ve kısmen başarılı olmuşlardır. Tarihi bir çizgisel düzleme koyan “Modernist’ yaklaşımcılar olsun, tarihin ideolojik olarak bir evrim veya aşamalardan geçtiğini savunan ‘Marksist’ yaklaşım olsun ve daha birçok tarihsel yaklaşım, tarihi sadece yorumlamakla kalmayarak insanların da böyle yorumlaması gerektiğini düşündükleri için bir tez ortaya koymuşlardır. Bu yaklaşımlara anti tez uygulanabilir ve bu tezler çürütülebilir fakat benim burada söylemek istediğim şey Müslümanca olmayan bu yaklaşımlar karşısında biz Müslümanlar, Adem babamızdan başlattığımız insanlık ve dünya tarihi karşısında neden amansız bir düşmanlık görürüz. Tezimizi çürütemedikleri için mi? Yoksa kanıtlanması karşısında çaresizliklerini gizleyemeyecekleri için mi? Biz tarihi, hiçbir zaman objektif bir şekilde görmemeliyiz. Çünkü tarafsızlık tam manasıyla hainliktir. Bizlere tarihi tarafsız olarak değerlendirin ve yorumlayın diyenlere baktığımızda kendi tarafsızlık taraflarından işlerine geldiği gibi ideolojileri ve düşünceleri çerçevesinde tarihi eğip bükmektedirler. Bizler asla tarafsız olamayız. Bulunacağımız taraf ise mutlak hakikat olmalıdır. Tarihi bu şekilde anlarsak ondan ders çıkarabilir ve geleceğe daha sağlıklı bir şekilde yaklaşabiliriz.
Şimdi tarih öncesi devirler ve ilk çağlardan sonra orta çağda;1400’lü yıllarda başlayan sömürgecilik tarihinden bahsetmek istiyorum. Osmanlı Devleti tarafından Avrupa kıtasına sıkıştırılan Portekiz, İspanya ve İngiltere gibi ülkeler kendi çıkarlarını düşünerek, Hindistan’a ve Çin’e uzanmak mecburiyeti hissettiler. Fakat Akdeniz artık Osmanlı Devleti’nin elinde olduğu için bunu ancak Atlantik üzerinden yapmaları gerekecekti. İşte tam burada ilk plantasyonlar, yani sömürü düzeninde kurulan fabrikalar meydana geliyor. Bu şekilde başlayan sömürü tarihi daha sonra Güney ve Kuzey olmak üzere Amerika kıtalarına oradan bir ticaret şirketiyle birlikte Hindistan’a ve birçok Afrika ülkesine sıçrıyor ve günümüze kadar birçok devleti kapsıyor. Bu süreçte değişen fikir sistemleri, ekonomiler, siyasi olaylar da dünyayı algılayışımızı olumlu yahut olumsuz etkiliyor. Burada dikkat çekmek istediğim şey ise Clive Ponting’ten bir cümle; “Aztek ve İnka İmparatorluklarının fethedilmesi sırasında, İmparatorlukların büyük dini ve dünyevi hazinelerinde hazır bulunan değerli madenlerin çoğu bir araya toplanmış, eritilmiş ve İspanya’ya gönderilmişti. Tapınaklar ve diğer büyük binalar yıkılmış, Hıristiyanlık insanlara zorla kabul ettirilmişti.” İşte bu cümle bize gösteriyor ki, sömürü düzeni sadece ekonomi ve siyasi yönden değil; aynı zamanda büyük bir oranla dini yönden de ülkeleri etkilemiştir. İspanyolların başlattığı ya da henüz temellerini atmaya başladığı bu sömürü düzenin daha birçok batılı devlet eklenecek ve sömürgeciliği günümüze kadar çeşitli şekil ve algılarla taşıyacaklardır. Evet sömürgecilik tarihi neredeyse dünya tarihi kadar eskidir diyerek asıl konumuza gelelim.
Bugün batının yıllar boyunca sancı ve ızdıraplar içerisinde ortaya çıkarttığı, laiklik, demokrasi, kapitalizm, sosyalizm ve daha birçok düşünceler yahut ideolojiler tüm dünyaya zorlanarak yutturulmuş bir ilaç şeklindedir. Fakat bu ilaç, gerçek manada hastalığı geçirmek için değil, yalnızca hastanın ölümünü kolaylaştıracak ve ona ağrısız bir ölüm sunacak tarzda iyileştirme(!) olanağı sağlamıştır. Bu yöntemle kendileri gibi düşünmeyen devlet ve toplumları bitiriyor yahut kendileri gibi düşünmeye ve yaşamaya zorlamış bulunuyorlar. Günümüzde batılı fikir(!) adamları da bu çıkmazın yahut kördüğümün farkına varmaya başladı ve yeni çözümler aramaya koyuldular. İşte buldukları çözümler bir öncekine kıyasla daha ölümcül oldukları için bugün çeşitli sancılarla dünya inim inim inliyor.
Biz Müslümanlar olarak kendi düşünce ve fikir sistemimizi oluşturamadıkça; batının bize sunduğu ve bizim büyük bir merakla üzerine atladığımız, ilaç sandığımız fakat harikulade bir intihar yöntemi olan bu yapmacık batılı fikir sistemleriyle uğraşıp dururuz ve kaçınılmaz son bizi bekliyor olur. Müslümanca yaşamak bu sistem üzerinde nasıl başarılır? Bu soruyu her Müslümanın kendisine sorması ve cevap araması bu zamanda en elzem olan şeydir. İşte bu soruları kendimize sorabildikçe ve cevap almaya uğraştıkça şikayet ettiğimiz düzenden bir nebze kurtulma şansı yakalayabiliriz.

Bu aşamada ben diyorum ki; düşmanı iyi tanımalı, hareketlerini algılamalı ve kendi hareketimizi oluşturmalıyız. İslam’a Muhatap Anlayışımızla bu çağa yeni bir soluk getirmeliyiz. Var olan yerli fikir sistemlerini okuyup öğrenmeli ve üzerlerine çağın gerekliliği bağlamında eklenecek bir şeyler varsa eklemeliyiz. Çünkü biliyoruz ki her bölge kendi içerisinde yaşadığı kültür ve günlük hayatları çerçevesinde bir fikir sistemi geliştirebilir ve en sağlıklı fikir sistemi de bu olur. Buradan da yola çıkarak diyorum ki, bütün yeryüzünü yaratan kudret, yönetim biçimini ve fikir sistemini nasıl belirlememiş olsun. İşte önemli olan bu belirlenen ve bizim için en iyisi olduğuna inandığımız düzenden ayrılmadan yaşamalıyız. Çünkü meydana getirdiği makinenin her türlü işlemine karışan bir mühendis, o makinanın nasıl yönetileceğine de karışabiliyorsa; bizleri yaratan Allah (c.c.)’da bizlerin nasıl yönetilmesi gerekeceğini de en iyi bilendir.
Biz Müslüman Türk gençliği olarak gerçek adaletin, hoşgörünün, merhametin, ve samimiyetin yalnızca İslam’da olduğunu tüm dünyaya duyuracak bir ses çıkarmalıyız. Ortaya çıkaracağımız bu ses Mukaddes Emanetin sesidir. Gençler emanete sahip çıkmalıyız.!
1Clıve Ponting, Yeni Bir Bakış Açısıyla Dünya Tarihi, İstanbul, Alfa Tarih Yayınları, 2015, s. 473. 


Mustafa ADANUR

Yorumlar