Uzun
zamandır üstesinden gelemediğimiz, her boş kaldığımızda ağzımıza sakız olan
fakat değiştirmek için hiçbir şekilde uğraş vermediğimiz bir sistem içerisinde
yaşamaktan mutsuz fakat zorunluymuş gibi davranmaktan da çekinmeden ömrümüzü
sürdürüyoruz. Hayatımız boyunca içerisinde yaşadığımız bir düzen ve bu düzeni
oluşturan etkenler… biz bu etkenleri biraz olsun anlayabilmek için dünya
tarihine bir göz atalım.
Dünya
tarihini literatüre girmeden ve fazla deşmeden yüzeysel olarak işleyelim. İlk
aşamada tarihi metodolojik olarak nasıl okumamız gerekiyor? Bakış açımız ne
şekilde olmalı? gibi soruları kısaca cevaplandıracak olursak;

Şimdi
tarih öncesi devirler ve ilk çağlardan sonra orta çağda;1400’lü yıllarda
başlayan sömürgecilik tarihinden bahsetmek istiyorum. Osmanlı Devleti
tarafından Avrupa kıtasına sıkıştırılan Portekiz, İspanya ve İngiltere gibi
ülkeler kendi çıkarlarını düşünerek, Hindistan’a ve Çin’e uzanmak mecburiyeti
hissettiler. Fakat Akdeniz artık Osmanlı Devleti’nin elinde olduğu için bunu
ancak Atlantik üzerinden yapmaları gerekecekti. İşte tam burada ilk
plantasyonlar, yani sömürü düzeninde kurulan fabrikalar meydana geliyor. Bu
şekilde başlayan sömürü tarihi daha sonra Güney ve Kuzey olmak üzere Amerika
kıtalarına oradan bir ticaret şirketiyle birlikte Hindistan’a ve birçok Afrika
ülkesine sıçrıyor ve günümüze kadar birçok devleti kapsıyor. Bu süreçte değişen
fikir sistemleri, ekonomiler, siyasi olaylar da dünyayı algılayışımızı olumlu
yahut olumsuz etkiliyor. Burada dikkat çekmek istediğim şey ise Clive Ponting’ten
bir cümle; “Aztek ve İnka İmparatorluklarının fethedilmesi sırasında,
İmparatorlukların büyük dini ve dünyevi hazinelerinde hazır bulunan değerli
madenlerin çoğu bir araya toplanmış, eritilmiş ve İspanya’ya gönderilmişti.
Tapınaklar ve diğer büyük binalar yıkılmış, Hıristiyanlık insanlara zorla kabul
ettirilmişti.” İşte bu cümle bize gösteriyor ki, sömürü düzeni sadece ekonomi
ve siyasi yönden değil; aynı zamanda büyük bir oranla dini yönden de ülkeleri
etkilemiştir. İspanyolların başlattığı ya da henüz temellerini atmaya başladığı
bu sömürü düzenin daha birçok batılı devlet eklenecek ve sömürgeciliği günümüze
kadar çeşitli şekil ve algılarla taşıyacaklardır. Evet sömürgecilik tarihi
neredeyse dünya tarihi kadar eskidir diyerek asıl konumuza gelelim.
Bugün
batının yıllar boyunca sancı ve ızdıraplar içerisinde ortaya çıkarttığı,
laiklik, demokrasi, kapitalizm, sosyalizm ve daha birçok düşünceler yahut
ideolojiler tüm dünyaya zorlanarak yutturulmuş bir ilaç şeklindedir. Fakat bu
ilaç, gerçek manada hastalığı geçirmek için değil, yalnızca hastanın ölümünü kolaylaştıracak
ve ona ağrısız bir ölüm sunacak tarzda iyileştirme(!) olanağı sağlamıştır. Bu
yöntemle kendileri gibi düşünmeyen devlet ve toplumları bitiriyor yahut
kendileri gibi düşünmeye ve yaşamaya zorlamış bulunuyorlar. Günümüzde batılı
fikir(!) adamları da bu çıkmazın yahut kördüğümün farkına varmaya başladı ve
yeni çözümler aramaya koyuldular. İşte buldukları çözümler bir öncekine kıyasla
daha ölümcül oldukları için bugün çeşitli sancılarla dünya inim inim inliyor.
Biz
Müslümanlar olarak kendi düşünce ve fikir sistemimizi oluşturamadıkça; batının
bize sunduğu ve bizim büyük bir merakla üzerine atladığımız, ilaç sandığımız
fakat harikulade bir intihar yöntemi olan bu yapmacık batılı fikir
sistemleriyle uğraşıp dururuz ve kaçınılmaz son bizi bekliyor olur. Müslümanca
yaşamak bu sistem üzerinde nasıl başarılır? Bu soruyu her Müslümanın kendisine
sorması ve cevap araması bu zamanda en elzem olan şeydir. İşte bu soruları
kendimize sorabildikçe ve cevap almaya uğraştıkça şikayet ettiğimiz düzenden
bir nebze kurtulma şansı yakalayabiliriz.
Bu
aşamada ben diyorum ki; düşmanı iyi tanımalı, hareketlerini algılamalı ve kendi
hareketimizi oluşturmalıyız. İslam’a Muhatap Anlayışımızla bu çağa yeni bir
soluk getirmeliyiz. Var olan yerli fikir sistemlerini okuyup öğrenmeli ve
üzerlerine çağın gerekliliği bağlamında eklenecek bir şeyler varsa eklemeliyiz.
Çünkü biliyoruz ki her bölge kendi içerisinde yaşadığı kültür ve günlük
hayatları çerçevesinde bir fikir sistemi geliştirebilir ve en sağlıklı fikir
sistemi de bu olur. Buradan da yola çıkarak diyorum ki, bütün yeryüzünü yaratan
kudret, yönetim biçimini ve fikir sistemini nasıl belirlememiş olsun. İşte
önemli olan bu belirlenen ve bizim için en iyisi olduğuna inandığımız düzenden
ayrılmadan yaşamalıyız. Çünkü meydana getirdiği makinenin her türlü işlemine
karışan bir mühendis, o makinanın nasıl yönetileceğine de karışabiliyorsa;
bizleri yaratan Allah (c.c.)’da bizlerin nasıl yönetilmesi gerekeceğini de en
iyi bilendir.
Biz
Müslüman Türk gençliği olarak gerçek adaletin, hoşgörünün, merhametin, ve
samimiyetin yalnızca İslam’da olduğunu tüm dünyaya duyuracak bir ses
çıkarmalıyız. Ortaya çıkaracağımız bu ses Mukaddes Emanetin sesidir. Gençler
emanete sahip çıkmalıyız.!
1Clıve Ponting, Yeni
Bir Bakış Açısıyla Dünya Tarihi, İstanbul, Alfa Tarih Yayınları, 2015, s.
473.
Mustafa ADANUR
Yorumlar
Yorum Gönder